Farsçadan dilimize giren bu kelime: koyun yününe benzer tel tel tatlı manasına geliyor, yani kelimenin pişman olmak kelimesiyle bir alakası olmayıp “koyunyününe benzer” anlamını ifade ediyor.
Bundan elli yıl önce gece oturmalarında “pişmaniye çekmek” diye bir etkinlik vardı. Bizim güzel memleketimizin her köşesinde sosyal etkinliklerin haddi hesabı yoktur. Mesela “Barana kaldırmak” : üzüm asmalarının ağması ve üzümlerin canlı ağaç dalları arasında zor bulunmaması için kuru ağaç iskelet manasındaki Barana’ların dikilmesi törenine deniyordu. Baranayı elde etmek için meyvesiz ağaçlar kesiliyor, kabuğu yüzüldükten sonra çıbıkların dibine dikiliyordu. Baranayı dikmek o kadar kolay olmadığından erkeklerden bir gurupla bu dikme işi yapılır ve sonunda da genellikle kıyılmış yufka, pekmez ve cevizden yapılan kadayıf ziyafeti verilirdi.
Şimdi sadede dönelim ve oturma gecelerinin uzun soluklu etkinliği ve lezzetli finali olan pekmezden elle yapılan pişmaniyeye gelelim.
Mahaların (pınar gözü mahallesi) şu andaki Pınar gözünden susaya çıkan yol üzerinde dedelerimizden kalma evler vardı. Orası oynak olduğundan çoğu komşular ve biz şu anda oradan taşındılar. Ören yerlerinde ise şu anda minik fide sekileri oluşmuş durumdadır.
Pınargözü camii ile doğusundan susaya çıkan yol üzerinde şu anda sadece Navalı emminin (Ali Kızılca merhum) evi kalmış durumdadır. O yıllarda bu sokakta beş ev daha vardı. Haliyle akşamları birbirimize otura giderdik, otura gittiğimiz evlerden en sıklıkla gittiklerimiz Kadriye teyze ve Ümüş teyze gil olurdu. Ara sıra da “Uçacak Goca” ve “Behçet Goca” gillere otura giderdik. Zira onlarla da “kapı bir komşulardık”
Birbirimize “teyzoğlu” diye hitap ettiğimiz marangoz ustası merhum Mustafa Eskinin (Eşkere) eşi Ümüş abla gile yaptığımız bir gece oturmasından ve pekmez helvası pişmaniyesinden bahsedeceğim.
Ümüş teyze gile vardığımızda bir başka olurdu oturmanın keyfi. Biz “cülepeler” üçtaş, dokuztaş veya giliklerle yalak taş oynarken analarımız sohbeti bitirdikten sonra birisi pekmezi ocakta kaynatmaya başlar diğeri ona yardım ederdi. Pekmezi bizim balbeki dediğimiz koyu reçel kıvamına veya başka bir ifadeyle nişastalı köfte yoğunluğuna gelinceye kadar kaynatırlardı. Kaynarken un ve yağ atılmazdı çünkü bu durumda pekmez özleşip sünmez pişmaniye olmazdı. Öte yandan bir tavada da un kavrulurdu. İyice koyulaşan pekmez bu unun üzerinde yuvarlanır halka halka, iç içe, sıfır, sekiz vb un uvra olarak kullanılıp şekiller verilerek burulurdu. Ümüş teyze ise başlardı pişmaniye imalatına: eline aldığı şekilleri bilek kalınlığında ve kol uzunluğunda açar ve iki ucunu ters istikamete doğru burmaya başlardı. Burardı, burardı ve burardı, bazen bu işlemi birkaç kadın yapardı. Bizler ve analarımız seyrederek heyecanla tellerin dökülme anını beklerdik. Ümüş teyzenin kolları yorulmaya başladığında pişmaniyenin tel tel olma zamanı gelmiş olurdu. Önce sağdan soldan tek tük teller “somatın” üzerine dökülmeye başlardı sonra da tamamı kendini koyuvererek düşerdi öğürünün yanına. Eğer pişmaniye iyice tellenmezse kısa kısa ayrılırdı buna “mıh güdüğü” derlerdi.
Mahallede pekmezden pişmaniye yapan Ümüş aba ve anamdan başka kimse yoktu. Ümüş teyzenin bu bilgiyi gelin geldiği Cami mahallesinden, anamın da Alakiseden (Yenimahalle) getirdiğini tahmin ediyoruz.
Ümüş teyze cami mahallesinde bulunan Okkalılar sülalesindendi. Asil bir tarafı vardı. Bu asalet evlerinin önündeki “Malatya Dudu’ndan” da anlaşılıyordu. Zira o zamanlar Malatya dudu bir onların evinin önünde vardı. Belki benim o zamanki algımdan ibarettir bunlar ama saniye saniye tarihin görüntülenmesi bakımından önemli olduğunu sanıyorum.
Zaman zaman Malatya dudunun koyu yeşil yaprakları arasında kaybolarak sinsice dallara tırmanır ve o doyumsuz lezzetteki iri mor dutlardan hızlı hızlı tıkınırdık 1960’lı yıllarda.
Şimdi sadede dönelim ve oturma gecelerinin uzun soluklu etkinliği ve lezzetli finali olan pekmezden elle yapılan pişmaniyeye gelelim.
Mahaların (pınar gözü mahallesi) şu andaki Pınar gözünden susaya çıkan yol üzerinde dedelerimizden kalma evler vardı. Orası oynak olduğundan çoğu komşular ve biz şu anda oradan taşındılar. Ören yerlerinde ise şu anda minik fide sekileri oluşmuş durumdadır.
Pınargözü camii ile doğusundan susaya çıkan yol üzerinde şu anda sadece Navalı emminin (Ali Kızılca merhum) evi kalmış durumdadır. O yıllarda bu sokakta beş ev daha vardı. Haliyle akşamları birbirimize otura giderdik, otura gittiğimiz evlerden en sıklıkla gittiklerimiz Kadriye teyze ve Ümüş teyze gil olurdu. Ara sıra da “Uçacak Goca” ve “Behçet Goca” gillere otura giderdik. Zira onlarla da “kapı bir komşulardık”
Birbirimize “teyzoğlu” diye hitap ettiğimiz marangoz ustası merhum Mustafa Eskinin (Eşkere) eşi Ümüş abla gile yaptığımız bir gece oturmasından ve pekmez helvası pişmaniyesinden bahsedeceğim.
Ümüş teyze gile vardığımızda bir başka olurdu oturmanın keyfi. Biz “cülepeler” üçtaş, dokuztaş veya giliklerle yalak taş oynarken analarımız sohbeti bitirdikten sonra birisi pekmezi ocakta kaynatmaya başlar diğeri ona yardım ederdi. Pekmezi bizim balbeki dediğimiz koyu reçel kıvamına veya başka bir ifadeyle nişastalı köfte yoğunluğuna gelinceye kadar kaynatırlardı. Kaynarken un ve yağ atılmazdı çünkü bu durumda pekmez özleşip sünmez pişmaniye olmazdı. Öte yandan bir tavada da un kavrulurdu. İyice koyulaşan pekmez bu unun üzerinde yuvarlanır halka halka, iç içe, sıfır, sekiz vb un uvra olarak kullanılıp şekiller verilerek burulurdu. Ümüş teyze ise başlardı pişmaniye imalatına: eline aldığı şekilleri bilek kalınlığında ve kol uzunluğunda açar ve iki ucunu ters istikamete doğru burmaya başlardı. Burardı, burardı ve burardı, bazen bu işlemi birkaç kadın yapardı. Bizler ve analarımız seyrederek heyecanla tellerin dökülme anını beklerdik. Ümüş teyzenin kolları yorulmaya başladığında pişmaniyenin tel tel olma zamanı gelmiş olurdu. Önce sağdan soldan tek tük teller “somatın” üzerine dökülmeye başlardı sonra da tamamı kendini koyuvererek düşerdi öğürünün yanına. Eğer pişmaniye iyice tellenmezse kısa kısa ayrılırdı buna “mıh güdüğü” derlerdi.
Mahallede pekmezden pişmaniye yapan Ümüş aba ve anamdan başka kimse yoktu. Ümüş teyzenin bu bilgiyi gelin geldiği Cami mahallesinden, anamın da Alakiseden (Yenimahalle) getirdiğini tahmin ediyoruz.
Ümüş teyze cami mahallesinde bulunan Okkalılar sülalesindendi. Asil bir tarafı vardı. Bu asalet evlerinin önündeki “Malatya Dudu’ndan” da anlaşılıyordu. Zira o zamanlar Malatya dudu bir onların evinin önünde vardı. Belki benim o zamanki algımdan ibarettir bunlar ama saniye saniye tarihin görüntülenmesi bakımından önemli olduğunu sanıyorum.
Zaman zaman Malatya dudunun koyu yeşil yaprakları arasında kaybolarak sinsice dallara tırmanır ve o doyumsuz lezzetteki iri mor dutlardan hızlı hızlı tıkınırdık 1960’lı yıllarda.