Üzerinde yaşadığımız bu,
uzayın küçük köyü olan dünya adlı gezegen “Allah’ın iyi kullarına vaat ettiği”
bir oyalanma, ahirete hazırlık ve Allah’ın mesajlarını okuma ve okutma yeridir.
Burada Müslümanlar Kur’an’ın
ilahi mesajını hem kendileri yaşayacak, uygulayacak hem de dünya halk ve
milletlerine duyurarak tebliğ sorumluluğundan kurtulabileceklerdir. Bunun için
önce Müslüman fertlere sonrada evrensel İslami kurumlara düşen ağır görevler
vardır.
Bu makale serisinde bu iki
görevli kişiliğin dikkat etmesi gereken konuları gözden geçirmeğe çalıştım. Özellikle kendi işi gücüyle meşgul insanların
nelere dikkat edeceği konusunda, hilafetin kaldırılmasından sonra tüm Müslüman
ülkelerde filizlenen siyasi ve ictimai oluşumlara giren, katkıda bulunan,
taraftar olan Müslüman fertlerin düştükleri yanlışları sadece edile-i
şer’iyyemizden alıntılar ışığı altında düzelmemiz ve Allaha kolay hesap
verebilmemiz babında ortaya koymaya çalıştım.
İslam ülkelerinde gerek
tarikat ve tasavvuf kapısından, gerekse cemaatleşme ve İslami siyaset
kapısından girerek İslam’a daha iyi hizmet etmeği amaçlayan Müslüman
kardeşlerimde gördüğüm feci ve vahim hatalarını hiçbir ad ve şahsiyet vermeden
kesin naslarla ortaya koyarak “İslam Ümmetinin Birliği Aşkına” bir şeyler
yapmağa ve uyarmağa çalışacağım. Bu, Müslümanlar olarak içimizdeki
hastalıkların tanınması ve çareler önerilmesi demektir.
Asr-ı Seadette ismen
olmayan ama fiilen var olan TASAVVUF
Tasavvuf, İslam’ın
fitnelere karışarak kırımların yaşandığı devirlerde, samimi Müslümanların her
iki tarafa da bir şey diyemediği ve hangi içtihadın doğru ve ya yanlış olduğu
konusunda karar veremediği sıralarda kenara çekilip züht ve takvaya dayalı bir
hayat sürmeleri ile başlamıştır. Peygamberimizin a.s. haber verdiği herc ü merç
ve iç terör olaylarının patlamasıyla bir anda iki halife çıkması ve herkesçe
kusursuz bilinen büyüklerin ayrı cephelerde yer alması Müslümanları derinden
yaraladı ve tasavvufa yönelmelerine neden oldu.
Tarikat ise bunun yol manasındaki
kurumsallaşmış halidir. Bu kurum kendisini ayakta tutmak için naslarla teyit
edilmek zorundadır. Kesinlikle doğruluğuna inandığımız naslar ayet ve hadisi
şeriflerden oluşur. Turuk-u aliyye denen ehl-i sünnete uygun hak tarikatlar
oluşmuş, normal olarak karşısında da turuk-u batıla denen sapık tarikatlar da
türemiş ve türeyecektir zira hak tarikatlar hak mezhepler hangi ayet ve hadisi
şerifleri kullanırlarsa onlar da kullanacaklardır. İşte tam bu sırada batıl ve
İslam’a uymayan tarikatlarda müritleri tutmak için aynı naslara
başvuracaklardır, çünkü bir Müslüman ayet ve hadisten başka bağlayıcı bir şey
kabul etmez.
Nedir bu naslar? Bu naslar
Allahtan sonra hazreti peygambere, ondan sonra da ülü’l-emre yani üçüncü bir
mercie kayıtsız ve şartsız itaat etmeği amir ayet ve hadislerdir.
Nisa 59“Ey iman
edenler! Allah’a itaat edin. Peygamber’e itaat edin ve sizden olan ülü’l-emre
de itaat edin. Herhangi bir hususta anlaşmazlığa düştüğünüz takdirde, Allah’a
ve ahiret gününe gerçekten inanıyorsanız, onu Allah ve Resûlüne arz edin. Bu,
daha iyidir, sonuç bakımından da daha güzeldir.”
65 “Hayır! Rabbine ant olsun
ki onlar, aralarında çıkan çekişmeli işlerde seni hakem yapıp, sonra da
verdiğin hükme, içlerinde hiçbir sıkıntı duymaksızın, tam bir teslimiyetle
boyun eğmedikçe iman etmiş olmazlar.”
Bu iki
ayetten ilki üçüncü emir sahibini yani itaat edilecek kişiyi tayin etmiş ve
“ülü’l-emr” olarak adlandırmıştır. İkinci ayette peygambere kayıtsız ve şartsız
itaati emretmektedir. O halde ülü’l-emre itaat da Allaha ve resulüne itaatle
aynıdır.
İşte gelmek
istediğimiz nokta: batıl ve sapkın tarikatlarda bu ayetleri kullanıyorlar o
halde sahte şeyhlere karşı Müslümanları kim koruyacaktır?
Peygamberimiz a.s.
vefatından sonra 33 yıl halkın seçtiği dört halife gelmiş bunların üçü terör ve
fitne nedeniyle şehit edilmişlerdir. Daha sonra ise kendisini halife ilan eden
hanedanlar yönetmiştir Müslümanları.
Müslümanların idaresi
konusunda nebevi ve ilahi ölçü bu muydu? Asla bu değildi. Dört halife devri
denen Hulefa-i Raşidin tamamı seçimle ve liyakatle ilahi ve nebevi irade olan
ehliyet esası üzere gelmişlerdir. Bunların ardından ise veraset ve babadan oğlu
krallık sistemleri tüm Müslümanlara hâkim olmuştur. İşte burada ilk büyük
hatayı yapmış oluyordu Müslümanlar o tatlı koltuklar uğruna.