DELİLER MEDENİYETİ

Onların cihadı adam öldürmek değil adam oldurmak demekti.

Büyük bir zatın “Siz sahabeyi görseydiniz bunlar deli derdiniz” sözünden de anlaşıldığı gibi sahabe-i kiram her şeylerini İslami cihat uğrunda feda eden tebliğ erleriydiler.

Bu nedenle hazreti Osman zamanında Asya ve Afrika kıtalarına hâkim olmuştu Müslümanlar. Hala da ötelere gidiyorlardı, doğuda Çine, batıdaysa Fransa’ya dayanmışlardı İberyadan girerek.
Ne var ki fethedilen memleketlerden elde edilen hazineler ve ganimetleri depolayacak yer bulunamıyordu. Dağıtımda büyük haksızlıklar olduğunu iddia edenler Hz Osman’ın son dönemini kana bulamışlar ve hiç bitmeyecek bir fitneyi ateşlemişlerdi. Bütün bunların tek nedeni dünyalıktı. Yani deliliğin sonu.

Hiç bitmeyen deyince hatırıma yakınlarda okuduğum bir eserde konu edilen İbrahim Gelenbevi hazretlerinin hikâyesi geldi, kısaca arz edeyim:
İsmail Gelenbevi hazretleri zamanında İslam ümmeti param parça idi.
Hazreti peygamberin a.s. “ümmetim 73 fırkaya ayrılacak” sözüne sadık kalmak (?) için büyük zahmetlere katlanan Müslümanlar illa da 73 rakamını yakalamak için çabalıyorlardı.
Kendi aralarında dört mezhebe ayrılan ehl-i sünnet camiası da mutlaka tartışacak alanlar keşfediyorlardı, mesela Tahiyyatta şehadet parmağı kalkacak mı kalkmayacak mı ve çekirge helal mi haram mı gibi.
Zaten dört mezhep konusunu olgunlaştıran Müslümanlar bu sefer de tarikatlara yönelerek hak tarikat batıl tarikat tasnifiyle karşı karşıya geldiler. Artık 73 fırka tamamlanmıştı. Efendimizin “72 si cehennemde birisi cennette” sözünü de herkes kendisine çekerek “fırka-i naciye biziz, Nuh’un gemisi bizim yolumuz” diyerek diğerlerini çıkmaz sokak ve sapık akım olarak izah ediyorlardı.

İbrahim Gelenbevi Efendi ise değişik bir yol izliyordu. Üstadı Ahmet en-Nuşinin “tasavvufla olmaz, felsefeyle ve hakiki bir imanla Fırka-i Naciye’den olunabilir” tezini öne çıkararak etrafındaki halkaları genişletmeye başladı.

İbrahim Gelenbevi hz, bütün tarikatların ve itikadi akımların saygı duyduğu bir duruma gelmişti. Onun ekolü büyüdükçe büyüdü ve bir okula dönüştü. Öyle ki zamanında bütün komşu devletlerde hatta bütün dünya devletleri arasında tanınır hale geldi. Hanların ve hakanların verdiği bir satırlık mektuplarla dünyanın dört köşesinde açmadığı kapı kalmadı.

Müslüman olmayan kişi ve kurumlarla da çok yakın ilişkiler kuran İbrahim Gelenbevinin sohbetine katılan her alandan Müslümanlar bu öğretiyi tüm dünyaya yaymaya başladılar, haddi zatında İbrahim Gelenbevi hazretlerinin öğretisinde İslam’a aykırı bir taraf da yoktu. Bağlıları İslam’ın şartlarını son derece itina ile ifa ederler, teheccüde, duaya, tesbih namazına, evvabine, kuşluk ve diğer nafile namazlara tarikat erbabından daha fazla titizlikle devam ederlerdi. Böylece çevrelerine örneklik yaparak öğretinin etrafındaki yayılma dalgalarını daha da geniş alanlara ulaştırıyorlardı.
İbrahim Gelenbevi hz, “islami tebliğin ancak deliler sayesinde yaygınlaşabileceğini” savunuyordu, bu bakımdan başta kendisi olmak üzere çoğu muhitinin dünyada kaybedecek bir şeyleri yoktu. Adeta İbrahim Ethem hazretlerini irşat eden işaretteki gibi damda deve aramıyorlar davanın peşinden koşuyorlardı.
İbrahim Gelenbevi kırk yıl süren İslami cihadında kimsenin burnunu kanatmamış kimseye öte git dememişti. Sadece ülkesi değil tüm dünya yeni bir dünya düzenine girmek üzereydi. Bir sekteye uğranılmazsa bu hızla İslami tebliğin duyurulmadığı nokta kalmayacaktı.

Gelenbevi ekolü zengin fakir tüm Müslümanlar arasında çok tutmuştu. İslam kıyamete yakın gerçekleşeceği vaat edilen altın çağını yakalamak üzereydi.

Hanlar, hakanlar, vezirler, kervan ve kervansaray sahipleri, toprak ağaları, imalathane işletenler, emrinde binlerce amele çalıştıran nice maldarlar ona bağlanmışlardı. Onun emrinden kıl kadar sapmıyorlar bir işaretiyle istediği her şeyi yapıyorlardı. Zaten İslam’ın istediği de mutlaka bir emir sahibine kayıtsız ve şartsız itaat etmek değil miydi? Yeter ki asr-ı saadet Müslümanları gibi bir hayat tarzı olsundu, işte burası tam orasıydı.

İbrahim Gelenbevi hazretlerinin dergâhları o günün bütün memleketlerine yayılmıştı. Yeni nesiller onun öğretisiyle daha doğrusu İslam’a tıpa tıp uygun öğretiye göre hayatlarını belirliyorlardı.

İbrahim Gelenbevinin 40 yıllık irşat döneminde dünyada kendisini ve ekolünü tanımayan kalmamıştı. Gerek kendisi gerek davası ve hedefleri üzerine yerli ve yabancı yazarlar tarafından birçok kitaplar yazıldı. O artık İslam’dan mütevellit yeni bir dünya düzeni peşindeydi.

Onun getirdiği müsamaha ve af kültürü mayasını almış yeni kuşaklar ona uyum sağlamışlardı. Kendi memleketinde han ve hakanların savaşı da hiç eksik olmaz biri gelir biri giderdi ama o hep kaldı, en zalim hanlarla bile iyi geçinmesini bildi. Bütün bunları sadece Allah rızası için yapıyordu.

Ancak “deliler” bitmek üzereydi. Artık herkes mal mülk evlat ıyal sahibi olmuştu. Gelenbevinin etrafındaki ilk halkaları zayıflar değil kuvvetliler oluşturmaya başladı. Onun vaazlarına hüngür hüngür ağlayan cüzdansız dervişlerin yerini son derece mütemevvil variyetliler almıştı.

40 yılın sonunda memlekette bir han kavgası daha çıktı bu sefer değişik bir hakan geçti başa. Son derece dindar ve halkın da sevdiği yeni hakanla Gelenbevinin farklı fikirleri vardı. Ama bu müsamaha ve af kültürüyle Gelenbevi onun zamanında da uzun zaman tebliğlerini tüm dünyada sürdürdü.
Her şey kemale ermişti her kemalin de bir zevali olurdu. Ama bu kemal İslam’ın kemaliydi onun için bir zeval düşünmek abesle iştigaldi ve Müslümanlar için hiç iyi olmazdı.

Bir gün hikmet-i hükümetten olmalı ki yeni hakan Gelenbevinin dergâhlarından bir kısmının kapatılması gerektiğini açıkladı. Bu konuda harekete geçen vezirler Gelenbevinin dergâhlarından birçoğunu kapattılar.

İşte tam bu sırada Gelenbevi çok önemli bir karar vermek durumunda kaldı: ya 50 yıldır yaptığı gibi bu hakana da itaat ederek müsamaha ve af geleneğini sürdürerek daha da yaygınlaşma yolunu arayacak ya da itaatsizlik yaparak İslam’ın biat kültürünü alt üst edecekti.

Onun yapması gereken tabi ki birinci şıktı. Ama o hiç beklenmeyen bir şey yaptı ve bütün variyet ve çevresini isyana teşvik etti. Müslüman halkın ve kanaat önderlerinin tavsiyelerine, af dileme tekliflerine ve yanlıştan dönme isteklerine kapıyı kapattı. Hakanı zalimlikle, nemrut ve firavunvari hareket etmekle suçlamaya başladı. Halbuki İslam davasının değişmez prensiplerinden birisi de ülülemr denilen ve Allah ve rasülünden sonra gelen üçüncü mercie itaat etmesi gerekirdi. Halbuki Gelenbevi, her halükarda günahkar da olsa Müslüman bir devlet büyüğüne itaat etmenin fitneye sebep olmamak namına gerekli olduğunu çok iyi biliyordu. O ise tam tersine bir iç kargaşayla bu hakanı bertaraf edeceğini planlamıştı ama olmadı. Halkın çok sevdiği yeni hakan bütün umduklarını boşa çıkardı.

Gelenbevi memleketi terk etti başka bir krallıktan bağlılarını yönetmeye, yeni kralın aleyhine kışkırtmaya devam etti. Bu durum Müslümanlar arasında büyük kırılmalara neden oldu. En sonunda, Gelenbevinin, bulunduğu memleketten: “Benim öğretilerim sekteye uğrayacağına memleketim batsın” dedi bu cümle artık Müslümanlar arasında zirvelere çıkan sevgisini sıfırlamaya yetmişti.
Bütün bunlar dünyalıklara boğulan maddi makam ve mansıp sahiplerinin etrafında haleler oluşturmasından sonra olmuştu. O artık “Nerede o eski günler üç beş deliyle yollara düştüğümüz günler” diye çırpınıyordu.

Peygamberimizin sav buyurduğu gibi “bizi mal yıkmıştı aksi halde ibadetlerimiz cihadımız ve İslami hayatımız mükemmeldi” ama mal var ya mal, o canın yongası olan mal birçok canı ve Gelenbevi öğretisine sahip kişileri sağduyudan alıkoymuştu.

Gelenbevi sonunda sohbetlerinde haddini aşan laflar etmeye başladı. Gittikçe daralan etrafındaki halkaları dolduranlar hatalı sözlerini de alkışlamaya devam ettiler.

Oysa insan yaşlandıkça duygusallaşabiliyor ve varsa yapılan haksızlıkları abartarak tel’in etme yoluna gidebiliyordu. Bu durumlarda belli yaşlardan sonra liderler ve önderler müsteşarlarını seçerken daha dikkatli olmalıdırlar.

Önderinin dediklerini nakleden müsteşarlar bu durumda liderinin ağzından çıkan sözleri inandığı kriterlere göre bir sansürden sonra duyurarak iman ettiği davaya iyi bir hizmette bulunabilir.

Paylaş

İLGİLİ HABERLER

İleri
« Önceki
Önceki
Sonraki »